13 Kasım 2009 Cuma

faber-castell jumbi neon adlı 12'lik 6.65 ytl'ye aldığım tatlı fosforlu kalemleri kullanmaya çalışıyorum. aydınger üzerine suluboya ve kuruboya çalısırken olmadık anda öyle etkili olabiliyor ki afallıyorum. en sevdiğim de 44. kurumasını bekledikten sonra aldığı renk tam beklediğim mobilya rengi. sevimli, tatlı bir kuruma evresi var. hem bileğini nasıl oynatırsan, öyle bir ışık etkisi yaratıyor ki; kullanma üzerine birşey ardından.

9 Kasım 2009 Pazartesi

meselası olmadan

6 Kasım 2009 Cuma

kimseye söylemediğim -ve söyleyemediğim- şey, o kitabı yazmamın epey rahatsız edici bir deneyim olduğuydu. başta Patrick Bateman'ın ilhamını babamdan almayı planlamıştım, ama devreye giren başka biri -başka bir şey- bu yeni karakterin, romanı yazdığım 3 yıl boyunca tek başvuru kaynağım olmasına yol açmıştı. kimseye söylemediğim şey, kitabı genellikle geceleri yazdığım ve o sıralar bir delinin ruhunun beni (bazen xanax almış mışıl mışıl uyurken uyandırıp) ziyaret ettiğiydi. bu karakterin benden ne istediğini anlayınca dehşete kapıldım ve sürekli direndim. ama roman kendini zorla yazdırıyordu. genellikle saatlerce kendimden geçiyor ve uyandığımda kargacık burgacık harflerle on sayfa daha yazmış olduğumu görüyordum. söylemek istediğim şu (ki başka nasıl söyleyebilirim bilmiyorum): o kitap başka biri yarafından yazılmak istendi. kendi kendini yazdı,bu konuda ki fikrime aldırmadan. ilk müsveddeyi yazdığım sarı sayfalarda kalem tutan elimin hareketlerini korkuyla izliyordum. bu yaratıdan tiksiniyor ve yazarı olmak istemiyordum... yazarı olmak isteyen kişi Patrick Bateman'dı. kitap yayınlanınca sanki o rahatladı ve (daha da iğrenci) tatmin oldu. gece yarılarından sonra neşeyle rüyalarıma girmeyi kesti; böylece bende nihayet rahat nefes alıp, onun gece ziyaretlerini kaygıyla beklemeyi kestim. ama yıllar sonra dahi o kitaba (bırakın dokunmayı yada tekrar okumayı) bakamadım bile. şeytani bir havası vardı. babam bana Amerikan Sapığı hakkında tek kelime etmedi. ama tuhaf bir şekilde ilkbaharda o kitabın yarısını okuduktan sonra, anneme bir Newsweek nüshası gönderdi: kapaktaki meleksi bir bebek yüzünün üstünde "çocuğunuz ibne mi?" yazılıydı ve başka herhangi bir not yada açıklama yoktu.

....
Bret Easton Ellis

5 Kasım 2009 Perşembe


Sabah

bir mayıs şafağının ilk ışıklarında oturma odam şöyle görünüyor: beyaz mermer ve granitten yalancı odunlu şöminenin üzerinde orjinal bir David Onica. iki metreye iki metreye birbucuk boyutlarında çıplak bir kadın portresi bu, genelde yumuşak gri ve nefti tonları hakim, kadın bir şezlonga uzanmış MTV seyretmekte, fonda bir Merih manzarası, şurasına burasına bağırsakları dışarı fırlamış ölü balıklar serpiştirilmiş parlak, morla çingene pembesi arası bir çöl, kadının sarı kafatası üzerinde kırık tabaklar gözalıcı bir güneş huzmesi gibi yükselmekte, tablosiyah aliminyum çerçeveli. tablonun tam karşına düşen yerde uzun, beyaz, kuştüyü minderli bir kanepe ve70 ekranlı bir Toshiba televizyon var; yüksek kontrastlı en geniş modellerden biri, artı NEC'in hi-teck tüp kombinasyonlu, resmin içine resim gömmeyi sağlayan dijital efekt sistemli, (kareyi dondurma özelliğine sahip) dörtköşe bir video eklentisi var; audio sisteminin kendisinden MTS'si ve 2x5 watt'lık amfisi var. televizyonun altında bir cam kutunun içinde Toshiba Video CamCorder duruyor; bu super high-band bir Beta ve sekiz sayfalık belleği olan bir karakter üreticisi içeren montaj düzeneği, high-band kayıt ve playback sistemi ve üç haftalığına, aynı anda sekiz değişik bir biçimde programlanabilen bir timer'ı bulunuyor. oturma odasının her köşesinde gemici feneri modeli birer holojen lamba var. sekizi de tavandan yere kadar cam sekiz pencereyi ince çucuklu beyaz jaluziler örtüyor. divanın önünde meşe ayaklı, üstü cam bir Turchin sehpa, serpanın üzerinde pahalı kristal Fortunoff küllüklerin -gerçi ben sigara içmiyorum- çevresine stratejik noktalarla yerleştirilmiş Steuben cam hayvan bibloları. Wurlitzer müzik kutusunun hemen yanında mobilyası siyah abanoz bir Baldwin kuyruklu piano. apartman dairesinin zemini baştan aşağı cilalı beyaz meşe parkeden. odanın öteki ucunda, Gio Ponti yazı masasıyla dergi askılığının hemen yanında komple Sansui müzik seti (CD player'ı, kasetçaları,radyosu,amfisi), yanında brezilya gül ağacından ikişer metre boyunda Duntech Sovereign 2001 kolonlar yükseliyor. yatak odasının tam ortasında meşe kasası içinde kuştüyü bir şilte. duvarın önünde 75 ekran Panasonic bir televizyon, video kameradan anında görüntü vrebiliyor, stereo, bunun altında ki bir cam kutuda da Toshiba VideoCamCorder duruyor. Sony dijital çalar saatin doğruluğundan kuşkuluyum, onun için yatakta doğrulmak ve Video CamCorder'ın üzerinde yanıp sönen saate bakmak, sonra yatağın yanındaki çelik ve cam karışımı sehpanın üzerinde duran tuşlu Ettore Sottsass telefonu alıp saat ayarı veren numarayı aramak zorundayım. odanın bir köşesinde Eric Marcus dizaynı krem rengi deri, çelik ve ahşap karışımı bir iskembe, öteki köşesinde bükülerek biçimlendirilmiş formika bir iskembe. bej ve beyaz karışık, siyah puantiye Maud Sienna halısı hemen hemen tüm zemini örtüyor. ağartılmış maundan çekmeceleri olan çok büyük dört dolap bir duvarı kaplıyor. yatakta Ralph Lauren ipek pijama giyiyorum, yataktan kalktığımda üzerime klasik şal desenli bir robdöşambr geçiriyor ve banyoya doğru yürüyorum. tuvaletin üzerine aslı beysbol posterininde yansıdığı aynada ki görüntümde şiş suratımı seçmeye çalışarak işiyorum. Ralph Lauren'ın baş harfleri işli boxer şortumu, Fair Isle süveterimi giyip ayaklarıma puantiye, ipek Enrico Hidolin terliklerimi geçirdikten sonra, yüzüme içi buz dolu plastik bir torba bağlıyor ve bu sabahki gevşeme egzersizlerine başlıyorum. daha sonra kromajlı akrilik Washmobile lavabonun -sabunluğu, bardak koyacak yeri, kenarında askı vazifesi gören çubukları var. Finlandiya'ye ısmarladığım mermer lavabolar kumlanırken geçici olarak kullanmak üzere Hastings Fayans'dan aldım bunu-, önünde duruyor ve yüzümde hâlâ buz torbasıyla aynadaki yansımama bakıyorum. paslanmaz çelikten bir bardağa biraz sıcı Plax anti-tartar döküyor ve otuz saniye kadar ağzımı çalkalıyorum. sonra sapı bağa taklidi diş fırçama biraz Rembrandt sıkıyorum ve dişlerimi fırçalıyorum (diş ipliğiyle doğru düzgün temizleyemeyecek kadar akşamdan kalmayım -acaba dün geceyatmadan önce temizlemiş miyimdir?), sonra Listern'le çalkalıyorum ağzımı. sonra ellerime göz atıyorum ve tırnak fırçasını alıyorum. buz torbasını çıkartıyorum, gözenekleri derinlemesine temizleyen bir losyon sürüyorum, ardından nane bazlı bir ot maskesi uyguluyorum, bunu on dakika yüzüme bırakıyorum ve o arada ayak tırnaklarımı gözden geçiriyorum. sonra, Probright diş cilalayıcısını kullanıyorum, peşinden Interplak diş cilalayıcısını (diş fırçasına ilaveten), bu ikincisi dakikada 4200 dönüşlü ve saniyede kırkaltı kere yön değiştiriyor; uzun kıllar dişlerin arasını temizleyip dişetlerine masaj yaparken kısa olanlar diş yüzeylerini temizliyor. yeniden çalkalıyorum ağzımı, bu kez, Cepatol'la. naneli br yüz temizleme kremiyle maskeyi yıkayark çıkartıyorum. duşun 75 derecelik dikey bir açıyla her yöne dönebilen bir başlığı var. başlık sarı siyah Avustralya pirincinden ve beyaz emaye kaplama. duşta önce suyla çıkan bir temizleme jeli kullanıyorum, sonra bal-badem karışımlı bir vücut şampuanı, yüzümü ölü derileri temizleyen bir jelle oğuyorum.

.......
ruh hastası herif! 4 sayfa daha devam ediyor ya birde böyle. çıldırıyorum!
 
 
Copyright © seiya
Blogger Templates by BloggerThemes Design by Diovo.com