13 Kasım 2009 Cuma

faber-castell jumbi neon adlı 12'lik 6.65 ytl'ye aldığım tatlı fosforlu kalemleri kullanmaya çalışıyorum. aydınger üzerine suluboya ve kuruboya çalısırken olmadık anda öyle etkili olabiliyor ki afallıyorum. en sevdiğim de 44. kurumasını bekledikten sonra aldığı renk tam beklediğim mobilya rengi. sevimli, tatlı bir kuruma evresi var. hem bileğini nasıl oynatırsan, öyle bir ışık etkisi yaratıyor ki; kullanma üzerine birşey ardından.

9 Kasım 2009 Pazartesi

meselası olmadan

6 Kasım 2009 Cuma

kimseye söylemediğim -ve söyleyemediğim- şey, o kitabı yazmamın epey rahatsız edici bir deneyim olduğuydu. başta Patrick Bateman'ın ilhamını babamdan almayı planlamıştım, ama devreye giren başka biri -başka bir şey- bu yeni karakterin, romanı yazdığım 3 yıl boyunca tek başvuru kaynağım olmasına yol açmıştı. kimseye söylemediğim şey, kitabı genellikle geceleri yazdığım ve o sıralar bir delinin ruhunun beni (bazen xanax almış mışıl mışıl uyurken uyandırıp) ziyaret ettiğiydi. bu karakterin benden ne istediğini anlayınca dehşete kapıldım ve sürekli direndim. ama roman kendini zorla yazdırıyordu. genellikle saatlerce kendimden geçiyor ve uyandığımda kargacık burgacık harflerle on sayfa daha yazmış olduğumu görüyordum. söylemek istediğim şu (ki başka nasıl söyleyebilirim bilmiyorum): o kitap başka biri yarafından yazılmak istendi. kendi kendini yazdı,bu konuda ki fikrime aldırmadan. ilk müsveddeyi yazdığım sarı sayfalarda kalem tutan elimin hareketlerini korkuyla izliyordum. bu yaratıdan tiksiniyor ve yazarı olmak istemiyordum... yazarı olmak isteyen kişi Patrick Bateman'dı. kitap yayınlanınca sanki o rahatladı ve (daha da iğrenci) tatmin oldu. gece yarılarından sonra neşeyle rüyalarıma girmeyi kesti; böylece bende nihayet rahat nefes alıp, onun gece ziyaretlerini kaygıyla beklemeyi kestim. ama yıllar sonra dahi o kitaba (bırakın dokunmayı yada tekrar okumayı) bakamadım bile. şeytani bir havası vardı. babam bana Amerikan Sapığı hakkında tek kelime etmedi. ama tuhaf bir şekilde ilkbaharda o kitabın yarısını okuduktan sonra, anneme bir Newsweek nüshası gönderdi: kapaktaki meleksi bir bebek yüzünün üstünde "çocuğunuz ibne mi?" yazılıydı ve başka herhangi bir not yada açıklama yoktu.

....
Bret Easton Ellis

5 Kasım 2009 Perşembe


Sabah

bir mayıs şafağının ilk ışıklarında oturma odam şöyle görünüyor: beyaz mermer ve granitten yalancı odunlu şöminenin üzerinde orjinal bir David Onica. iki metreye iki metreye birbucuk boyutlarında çıplak bir kadın portresi bu, genelde yumuşak gri ve nefti tonları hakim, kadın bir şezlonga uzanmış MTV seyretmekte, fonda bir Merih manzarası, şurasına burasına bağırsakları dışarı fırlamış ölü balıklar serpiştirilmiş parlak, morla çingene pembesi arası bir çöl, kadının sarı kafatası üzerinde kırık tabaklar gözalıcı bir güneş huzmesi gibi yükselmekte, tablosiyah aliminyum çerçeveli. tablonun tam karşına düşen yerde uzun, beyaz, kuştüyü minderli bir kanepe ve70 ekranlı bir Toshiba televizyon var; yüksek kontrastlı en geniş modellerden biri, artı NEC'in hi-teck tüp kombinasyonlu, resmin içine resim gömmeyi sağlayan dijital efekt sistemli, (kareyi dondurma özelliğine sahip) dörtköşe bir video eklentisi var; audio sisteminin kendisinden MTS'si ve 2x5 watt'lık amfisi var. televizyonun altında bir cam kutunun içinde Toshiba Video CamCorder duruyor; bu super high-band bir Beta ve sekiz sayfalık belleği olan bir karakter üreticisi içeren montaj düzeneği, high-band kayıt ve playback sistemi ve üç haftalığına, aynı anda sekiz değişik bir biçimde programlanabilen bir timer'ı bulunuyor. oturma odasının her köşesinde gemici feneri modeli birer holojen lamba var. sekizi de tavandan yere kadar cam sekiz pencereyi ince çucuklu beyaz jaluziler örtüyor. divanın önünde meşe ayaklı, üstü cam bir Turchin sehpa, serpanın üzerinde pahalı kristal Fortunoff küllüklerin -gerçi ben sigara içmiyorum- çevresine stratejik noktalarla yerleştirilmiş Steuben cam hayvan bibloları. Wurlitzer müzik kutusunun hemen yanında mobilyası siyah abanoz bir Baldwin kuyruklu piano. apartman dairesinin zemini baştan aşağı cilalı beyaz meşe parkeden. odanın öteki ucunda, Gio Ponti yazı masasıyla dergi askılığının hemen yanında komple Sansui müzik seti (CD player'ı, kasetçaları,radyosu,amfisi), yanında brezilya gül ağacından ikişer metre boyunda Duntech Sovereign 2001 kolonlar yükseliyor. yatak odasının tam ortasında meşe kasası içinde kuştüyü bir şilte. duvarın önünde 75 ekran Panasonic bir televizyon, video kameradan anında görüntü vrebiliyor, stereo, bunun altında ki bir cam kutuda da Toshiba VideoCamCorder duruyor. Sony dijital çalar saatin doğruluğundan kuşkuluyum, onun için yatakta doğrulmak ve Video CamCorder'ın üzerinde yanıp sönen saate bakmak, sonra yatağın yanındaki çelik ve cam karışımı sehpanın üzerinde duran tuşlu Ettore Sottsass telefonu alıp saat ayarı veren numarayı aramak zorundayım. odanın bir köşesinde Eric Marcus dizaynı krem rengi deri, çelik ve ahşap karışımı bir iskembe, öteki köşesinde bükülerek biçimlendirilmiş formika bir iskembe. bej ve beyaz karışık, siyah puantiye Maud Sienna halısı hemen hemen tüm zemini örtüyor. ağartılmış maundan çekmeceleri olan çok büyük dört dolap bir duvarı kaplıyor. yatakta Ralph Lauren ipek pijama giyiyorum, yataktan kalktığımda üzerime klasik şal desenli bir robdöşambr geçiriyor ve banyoya doğru yürüyorum. tuvaletin üzerine aslı beysbol posterininde yansıdığı aynada ki görüntümde şiş suratımı seçmeye çalışarak işiyorum. Ralph Lauren'ın baş harfleri işli boxer şortumu, Fair Isle süveterimi giyip ayaklarıma puantiye, ipek Enrico Hidolin terliklerimi geçirdikten sonra, yüzüme içi buz dolu plastik bir torba bağlıyor ve bu sabahki gevşeme egzersizlerine başlıyorum. daha sonra kromajlı akrilik Washmobile lavabonun -sabunluğu, bardak koyacak yeri, kenarında askı vazifesi gören çubukları var. Finlandiya'ye ısmarladığım mermer lavabolar kumlanırken geçici olarak kullanmak üzere Hastings Fayans'dan aldım bunu-, önünde duruyor ve yüzümde hâlâ buz torbasıyla aynadaki yansımama bakıyorum. paslanmaz çelikten bir bardağa biraz sıcı Plax anti-tartar döküyor ve otuz saniye kadar ağzımı çalkalıyorum. sonra sapı bağa taklidi diş fırçama biraz Rembrandt sıkıyorum ve dişlerimi fırçalıyorum (diş ipliğiyle doğru düzgün temizleyemeyecek kadar akşamdan kalmayım -acaba dün geceyatmadan önce temizlemiş miyimdir?), sonra Listern'le çalkalıyorum ağzımı. sonra ellerime göz atıyorum ve tırnak fırçasını alıyorum. buz torbasını çıkartıyorum, gözenekleri derinlemesine temizleyen bir losyon sürüyorum, ardından nane bazlı bir ot maskesi uyguluyorum, bunu on dakika yüzüme bırakıyorum ve o arada ayak tırnaklarımı gözden geçiriyorum. sonra, Probright diş cilalayıcısını kullanıyorum, peşinden Interplak diş cilalayıcısını (diş fırçasına ilaveten), bu ikincisi dakikada 4200 dönüşlü ve saniyede kırkaltı kere yön değiştiriyor; uzun kıllar dişlerin arasını temizleyip dişetlerine masaj yaparken kısa olanlar diş yüzeylerini temizliyor. yeniden çalkalıyorum ağzımı, bu kez, Cepatol'la. naneli br yüz temizleme kremiyle maskeyi yıkayark çıkartıyorum. duşun 75 derecelik dikey bir açıyla her yöne dönebilen bir başlığı var. başlık sarı siyah Avustralya pirincinden ve beyaz emaye kaplama. duşta önce suyla çıkan bir temizleme jeli kullanıyorum, sonra bal-badem karışımlı bir vücut şampuanı, yüzümü ölü derileri temizleyen bir jelle oğuyorum.

.......
ruh hastası herif! 4 sayfa daha devam ediyor ya birde böyle. çıldırıyorum!

25 Ekim 2009 Pazar

...ve de ardından bir iç çekiş, ve hafif bir omuz silkiş ve bir iç çekiş daha ve Harry's'in kırmızı kadife perdelerle örtülmüş kapılardan birinin üzerinde bir levha var ve levhanın üzerinde perdenin rengiyle bir örnek harflerle şu yazılı: BURADAN ÇIKILMAZ.
uyarı; sağlık bakanlığı'nın saptamasına göre sigara içmek sağlığa zararlıdır
....
Bu kutudaki Cheerios'un kalitesinden ve/veya performansından memnun kalmazsanız adınızı, adresinizi ve memnun kalmama gerekçenizi kutunun bütün kapağı ile birllikte ödemeli olarak şu adrese gönderiniz: General Mills, Inc., Box 200-A, Minneapolis, Minn., 55460. Satın alırken ödediğiniz ücret tarafınıza iade edilecektir.
camel pakedinde gözlerini deveye sabitleyince gövdesinde bir kadın ve aslan'ın olduğu doğru, evet, görebiliyorum, gördüm. ama hayla piramidin arkadasında saklı olan diğer iki deveyi keşfedemedim. keşfeden olsada gösterse.

24 Ekim 2009 Cumartesi

babamla başbaşa vakit geçirsek ne güzel olur diyordum. 40dklık yolculuklar yetmiyor.

15 Eylül 2009 Salı

.salyangoz 19.


elim de bir poşet mama kedileri beslemeye çıkmıştım, alobar'da dışarıdaymış koyduğum mamayı yarım bıraktı gitti açgözlü. e tabii sally'le konuşuyoruz bu arada. 10 dk sonra kafamızı bir çevirdik alobar'dan kalan mamalarda bu tatlılar var. sonra daha da fazla oldular, pek ağır ilerledikleri için çabucak gelmelerine yardım da ettim, sevdim, konuştum.. devasa salyangoz yığını!
araya bir de hamamböceği kaçmış.

4 Eylül 2009 Cuma

.Angus & Julia Stone.


12 Ağustos 2009 Çarşamba

merhaba salı, merhaba dijital.

merhaba salılardan yada maviye 2 adımlardan.
sandaletler çantaya asılı, kırmızı lekeli hare hare baba tişörtleri yada yalnızca yağmurla analog tokyo hayalleri geçince geriye yalnızca yazılmışlar, okunmuşlar, hatıralar ve akılda ki fotograflar kalıyor.

çadılarlar, aletler, konserve yiyecekler, nintendo.. ortalarda gezindikçe herşey daha hayran bırakıyor. buranın yalnızca iyi organize olduğunu değil, aynı zamanda nasıl organize olduğunu dünüyorsun. kulübelerden hiçbiri diğerinden daha yeni değil, hiçbirşey tesadüfi yada öylesine yapılmış görünmüyor. herşey ince ince hesaplanmış ve değiştirilemeyecek şekilde tasarlanmış.

4 Haziran 2009 Perşembe

.ALOBAR.




sevgili oğlum Alobar;
kasım 3'te geldiğin gibi haziran 3'te gittin ortalığı keşfetmek ve hatunlarla koklaşmak için, ama ne olur dikkat, dön evine olur mu? dün göbeğimde uyuduğun gibi sıcak uyu, sakın aç kalma, özle beni. hem unutma, hiçbir hatun, benim seni öptüğüm gibi öpmeyecek! seni seviyorum.

30 Mayıs 2009 Cumartesi

.güzellik için!.

üşenmeden kapalıçarşının oralara koşmalıyım! babaa!"Evet, o bayat kanun kaçağı mitosuna âşığım. Kanun kaçağının o utangaç romantizmine âşığım. Kanun kaçağının siyah gardrobuna âşığım. Kanun kaçağının o çatlak gülümsemesine aşığım. Kanun kaçağının içtiği tekilaya ve yediği fasulyeye âşığım. Saygın adamların küçümseyerek'kanun kaçağı'deyişlerine âşığım. Genç kadınların heyecandan titreyerek'kanun kaçağı' deyişlerine âşığım. Kanun kaçağı gemisi akıntıya doğru ilerler ve ben bu duruma âşığım. Kanun kaçakları porsuklarla aynı yere yaparlar tuvaletlerini ve ben bu duruma âşığım. Kanun kaçaklarının hepsi fotojeniktir ve ben buna âşığım.'Özgürlük kanunsuz hale getirilince sadece kanun kaçakları özgür olacak.'Bu, Anacortes'de görülmüş bir duvar yazısıdır ve ben bu lafa âşığım. Kanun kaçağı hazinelerin yerini gösteren kanun kaçağı haritalar vardır ve ben özellikle o haritalara âşığım. İnsanoğlunun iyileşmesini beklemeye razı olmayan kanun kaçağı sanki o gün gelmiş gibi yaşar ve ben en çokta bu duruma âşığım.""Kanun kaçakları hayat süpermarketinde ki konserve açacaklarıdır."

29 Mayıs 2009 Cuma

.ölü fare.

kitabın sonunu daha getirmediğimden, herifin kurgusal otobiyografisi için küfür edemeyeceğim, yada "bak hayal kırıklığına uğradım, sen o kitaplarınla yıllarımı yemiştin sana tapıyordum", yada "oha sana hayla tapıyorum" diyemeyeceğim. ama dün müthiş bir aşk ve hışımla başladığım kitabın bugün bitmesine azıcık kalmışken, sunu diyebilirim ki sen hastasın! hastasın! evet evet, dilediğin kadar kurgusal olsun, o kitabı nasıl bir ruh hali ile yazdığını en başta anlatmışsın! ve nasıl karanlıklara çekip boğdun da beni, bir anda korku-gerilim yapıp kitabı ellerimi titrettin? nasıl gece kabuslar gördürttün bana da bu yaşta korkudan babama koştum?
gerçekle kurgunun nerede başlayıp bittiğini belirlemeyi bana bırakmasaydın keşke, hayalerimde ki sen kabul etmesemde büyüyor galiba.

20 Mayıs 2009 Çarşamba

.last day dream.

http://www.youtube.com/watch?v=ZWlbZO92ZyA

http://chrismilk.com/

19 Mayıs 2009 Salı

.Mathieu Ratthe.

aşağıdaki alıntıyı sırf gördüklerim için yazdım, zaten kitaba olan duyarlılığımı bilir ya herkes

biri bu ;
http://www.imdb.com/title/tt0384580/
biride bu;
http://www.youtube.com/watch?v=9LHFRF0mVho

birsürü şanslar sana Mathieu. beni çok heyecanlandırdın ya, umarım Spilberge duyar seni.

.jack ve richard savaşa gidiyor.

15 eylül 1981 günü, Jack Sawyer adında bir çocuk, kumsalda bir Sir Walter Scott roman şatosu gibi yükselen otelin kumsalında durmuş, hareketsiz sulara bakıyordu. ağlamak istiyor, ama gözyaşları bir türlü gelmiyordu. çevresini ölüm sarmıştı. dünya hep ölümden oluşuyordu. gökkuşağı falan da yoktu. Vahşi Çocuk kamyoneti, Tommy Amca'yı dünyadan çıkarıvermişti. Tommy Amca; Los Angeles'ta ölmüştü. bu doğu kıyılarına çok uzaktı Los Angeles. oysa Jack gibi bir çocuk bile, kendisinin aslında bu kıyılara ait olduğunu anlayabiliyordu. insan çıkıp köşeden bir rozbif'li sandviç almak için bile boynuna kravat takma ihtiyacını duyuyorsa, kendisi batı kıyısında yaşayack bir tip değil demekti.
babası ölmüştü, Tommy Amca ölmüştü, anneside belki ölüyor olabilirdi. burada, Arcadia plajında da ölümü hissediyordu Jack. Morgan Amca'nın telefonlarından geliyordu ölümün sesi. bu sayfiye yerinin mevsim sonundaki ölgünlüğü, melankolisi kadar belirgin bir şey değildi bu duygu. çevredeki varlıkların dokusunda vardı. okyanustan esen rüzgarın kokusunda vardı. korkuyordu... uzun zamandır hep korkmuştu... burada, bu sessiz yerde bulunmak yallnızca bunun farkına varmasına yol açmıştı. belkide ölümün I-95 yolu boyunca onlarla beraber geldiğini, gözlerini kısarak arabayı sürdüğünü, sigara dumanları arasından ona radyoda güzel bir müzik bulmasını söylediğini anlamasına yardımcı olmuştu.
babasının bir zamanlar kendisine, "sen yaşlı bir insan kafasıyla doğdun" dediğini hatırlıyordu. ama şu anda yaşlı gibi hissetmiyordu kafasını. çok genç hissediyordu. korku, diye düşündü. çok korkuyorum. burası dünyanın son bulduğu yer, tamam mı?
martılar yukarıdaki gri havanın içinde dönüyorlardı. sessizlikte hava kadar griydi. annesinin göz altlarında giderek belirginleşen halkalar kadar ölümcüldü.

11 Nisan 2009 Cumartesi

.howl.

meğer howl'ın ingilizce seslendirmesini christian bale yapmış. japoncadan vazgeçip belki bininci kez tek farkıyla ingilizce izledim. evet pek karızmatik, pek tok, ama howl sevimli olamıyor. mm ama. yerim.

6 Nisan 2009 Pazartesi

.Baran.


.birdaha konuşmayacağız. yeniden.

29 Mart 2009 Pazar


24 Mart 2009 Salı

.hayvanat bahçesinde çocuk öldürüyorum.

ama işte tam o noktaya geldiğinde, yani artık yaşadığımız günlere duyduğun tepki mutlak ve düpedüz bir kabulleniş olup çıktığında, vücudun bir şekilde bu cinnetle aynı dalga boyuna geldiğinde ve herşeyi artık manalı bulduğun bir noktaya vardığında, yani olay kafanda tık ettiğinde, bir bakıyorsun, bir bakıyorsun başladığın yere geri dönmüşsün, kafan karışmış, beynin sikilmiş...

b.e.ellis.

5 Mart 2009 Perşembe

.kırkbeş.

Aşkı kalıcı kılmayı kim biliyor?
1. Aşka semtin en güzel pastanesine çikolatalı pasta almaya gittiğinizi, eğer kalırsa, pastanın yarısını yiyebileceğini söyleyin. Aşk gitmeyip kalacaktır.
2. Aşka ondan bir yadigar istediğinizi söyleyip saçından bir lüle alın. Saçı ucuzcu bir mağazadan alınmış, üç tarafında yin/yang sembolleri olan bir tütsü aletinde yakın. Yüzünüzü güneybatıya dönün. Yanan saçın üzerine eğilip inandırıcı biçimde egzotik bir dilde hızlı hızlı konuşun. Yanmış saçın küllerini alıp yüzünüze bıyık çizmek için kullanın. Aşkı bulun. Ona yeni biri oluğunuzu söyleyin. Aşk gitmeyip kalacaktır.
3.Aşkı gece yarısı uyandırın. Ona dünyada yangın çıktığını söyleyin. Hızla yatak odasının penceresine koşun ve pencereden dışarı işeyin. Rahat bir edayla yatağa geri dönün, aşkı herşeyin yoluna gireceği konusunda temin edin. Uykuya dalın. Sabah uyandığınızda aşkı yanınızda bulacaksınız.
.....
ve ah Bernhard.
pastaneye giderim, bıyık çizerim ama işeyemem camdan cıkıpta. ı ıh.
çokta güzel aptal yerine konulabilirim.

.still life with woodpecker.

"TNT'nin büyüsüne aşığım. Ne güzel konuşur TNT! Yankılanan gümbürtüsü, şaklaması, vak vak diye ötüşü yeryüzünün tutkulu iniltisinden nadiren daha az güçlüdür. Zamanlaması iyi yapılmış bir dizi patlama, zelzelekorosuna benzer. Bir bomba, tüm akışkan tınlamasına rağmen, tek bir sözcük söyler -"Süpriz!"- ve sonra kendini alkışlar. Patlamanın ateşli ellerine aşığım. Barutun(seksin meleksi kokusuyla çok benzer bir etki yaratan) şeytansı kokusunu sürmüş bir esintiye aşığım. Mimarı yapıların dinamitin şiddetiyle neredeyse ağırçekim çözülmesine aşığım: Zarifçe ufalanırlar, tuğlalar tüğ döker gibi dökülür, köşeleri erir, kasvetli cephelerinde sırıtışlar oluşur, mesnetleri omuz silkip paydos eder, dairesel dev bir hava dalgası sonucunda tonlarca totaliter pislik AKIP gider. Pencere camının patlamadan önce esneyip ciklet gibi şiştiği saniyenin o değerli anına aşığım. Kamu binalarının nihayet kamulaşmasına, kapılarının vatandaşlara, yaratıklara, evrene açılmasına aşığım. Yavrum, hadi gel içeri! Dumanın o son burun çekişine aşığım."

...
yeniden Tom Robbins.
ama sıcak ülkelerden dönen vahşi sakatlar güzel değil. ı ıh. olmamış. ck.

4 Mart 2009 Çarşamba

.minnoş.


beyeyim iyleşsin. lütfen.

26 Şubat 2009 Perşembe

.devasa bir erkek kardeş nasıl dövülür.

bayanlar için basketçi erkek kardeş dövme taktikleri[20dk. önce denenmiştir]; mızmızcılık+sert nesne.
o sinir ettikçe, siz sesini bastırdıkça, o ilk yumruğu kolunuza attığında ve kafanızı rafa gecirdiğinde; aa ablanı dövüyorsun, gücünü gösteriyorsun, acımıyorsun, ben senin yarın kadarım, hiç umrunda değilim, hep beni kırıyorsun, nefes alamıyorum başlıkları altında duygu sömürüsü yapıp, o duygusal boşlukta sallanırken hemen kapının arkasında ki demir bir sopaya uzanıp, o anlayamadan bacaklarına yada istediğiniz yere, aralıksız sertçe indirip, çığlık atmasına izin verip, gözlerindeki şimdi boku yedin abla nefretini görüp, o ağır bedenini kaldırana kadar odasındaki bir postere elinizi atıp-koşup-söküp-parçalayıp kendinizi odanıza kitlemelisiniz. bağırır, canı yanmıştır, bacakları ve kolları benim alnımın morardığı gibi morarmıştır. sinirden eline geleni atar, kırar... bütün bunlar üzerine akşam eve gelecek olan baba sırf kendi siniri için eşyalara zarar veridiğinden oğluna ceza verecektir. zafer ablalarındır! haaaah!

demir sopada taa iğneada yıllarından kalma plaj şemsiyesinin ayağı. iğneada yıllarından beri boyumdan uzun sopayla baranın üzerinde kimbilir neler denedim. ama o artık kocaman. hep vurkaç yapmak zorundayım ve eski tadı olmuyor ama, kitlediğim kapının arkadasından onun sinirli, çıldırmış ve elinden hiçbirşey gelmeyen sesini duymakta apayrı bir haz veriyor. şimdi gidip alnıma yeniden buz koyiyim. daha aynaya bakmadım. şişlik yok ama dokundukça acıyor.

23 Şubat 2009 Pazartesi

.kaname senpai.


20 Şubat 2009 Cuma

.koh samui.

hareket edemiyorum. gerçekten.
.

başucumda yakmadığım ayarlanabilir bir okuma lambası vardı. hemen yanında ki küçük kırmızı lambadan yumuşak ve hafif bir ışık yayılıyordu.

uykuya dalarken bir uzay gemisinde olduğumu düşlemeye başladım. sanki uzak bir gezegene yolculuğa çıkmıştım.

bu tür düşler kuran sadece benmiyim bilmiyorum. şimdiye kadar kimseye bunlardan bahsetmedim. işin aslı şu ki büyümem, yetişkin olmam hayal kurma oyununu hiçbir zaman engellemedi. bu gidişle, bu oyundan vazgeçebileceğimi yada bunun bir şekilde sona erebileceğini de hiç sanmıyorum. detaylarını ince ince düşlemiş olduğum genel bir uyku öncesi halim vardır: yüksek teknolojinin egemen olduğu bir ortamda hızlı bir yarış. bu yarış hayali bir kaç gün sürebilir. hatta bir haftayı bile bulabilir. hemde hiç durmadan. uykuya daldığımda aracım otomotik pilota geçip beni finiş çizgisine götürmeye devam eder. otomatik pilot, yarış devam ederken benim nasıl uyuyakaldığıma bahane yaratmak için yarattığım bir şeydir. her detayın ince düşünülüp belirli bir mantık zincirine oturması gerekir. örneğin yarışta kullandığım aracın formula bir arabası olması olanaksızdır. çünkü formula bir'in içinde uyunabilecek yeterli alan yoktur. detayların planlanmasında gerçekçi olmak gerekir.

yarış işte... bazen kaznır, bazen kaybederim. kaybediyorsam uykuya rahat dalabilmek için küçük hileler yapma zamanı gelmiştir. birden kestirme bir yok bulur zaman kazanıveririm yada yeteneklerime güvenir, virajları diğer yarışçılardan daha hızlı almaya başlarım. kaybetmekten sıyırmak uykuya geçiş için gerekli kapıyı açar.

şu anki hayalim içinse tetik vazifesini sanırım o küçük kırmızı lamba gördü. herkes çok iyi bilirki, içerisi hafifçe kırmızı bir ışıkla aydınlatılmamış bir uzay gemisi olamaz. ışık ve herşey -kullanışlı tasarlanmış bir dar kuşet, trenin çıkardığı monoton ve güçlü ses, içimi kaplayan macera duygusu- uzay gemisi için tamamlayıcı bir detay oluverdiler.

uykuya dalrken, tarama cihazlarım yeni gezegenin yüzeyindeki yabanı hayat formlarını aramaya başlamışlardı bile. sanırım jüpiter'e gelmiştik. o tür bulutlu mavi bir gezegen. batik boyama tişörtler gibi hare hare...

.
richard

9 Şubat 2009 Pazartesi

.04:21.



bu gece yeniden breath ve lost in translation izledim. ikisininde dudaklarımı nasıl ısırttığını unutmuşum. özellikle lost in translation.


ve şimdi beirut.
ve ne olur. bir gram uyku!

7 Ocak 2009 Çarşamba

.2yılım.


devics - distant radio

4 Ocak 2009 Pazar

.o ho ho.

01-16-2009 22:30-Ghetto, Istanbul, Brazzaville.
kalbim ah vah kalbim!

3 Ocak 2009 Cumartesi

.goodnightsweetheart.




eskiden hiç alnaşamazdık.

2 Ocak 2009 Cuma

.the hobbit.


.Guillermo del Toro. ıım. büyük sabırla, tırnaklarımıyiyeyiye. m mm mm.
 
 
Copyright © seiya
Blogger Templates by BloggerThemes Design by Diovo.com